28 Şubat 2011 Pazartesi

Benimle Çıkar mısın ????

Ne kadar nostaljik bir soru gibi değil mi : Benimle Çıkar mısın ??  Benim kuşağımdaki bir sürü kişi için bu gerek sorulması gerek cevaplanması pek kolay bir soru değildi.  İşin doğrusu çoğunlukla soruyu erkek sorar cevabı da kız verirdi.

Gerçekten benim ortaokul ve lise dönemlerimde bir kızdan hoşlandığınız zaman uygun bir anı yakaladığınızda ona ''çıkma teklif etmek'' sanki dünyayı kurtaran komutan havasına sokardı sizi. Kızlar da bir erkeği beğendikleri zaman çocuk anlamıyorsa ya onun en yakın kız ya da en yakın erkek arkadaşına durumu anlatır ve çocuğa söylemesi için haber uçurlardı. İletişim şimdiki gibi hiçbir şekilde değildi ki... Biz evde tek telefon hattı olan, evde ve okulda bilgisayardan bihaber olduğumuz ve arkadaşlarını ancak okulda veya okul sonrası eve dönerken görebilen bir çağdan geliyoruz. Ve bu dönem milattan önceki değil ama 20-25 yıl öncenin İstanbul hayatı...Şimdi ile karşılaştırılınca ne kadar garip geliyor değil mi ? Sanki farklı bir çağda yaşamışız. Halbuki şimdiki nesillerden çok daha mutlu ve huzurlu olduğumuzdan eminim.

Ben St-Benoit'da okudum. 7 sene kız ve erkek bölümleri ayrı ancak son sene beraber olan bir dönemdi. Kızlar ile ancak sabah okul öncesi, ara tenefüslerde duvar-demir üstlerinden veya okul sonrası eve dönüş yolculuklarında serviste veya otobüste / vapurda görüşebiliyorduk. En azından Lise 1'e kadar falan böyleydi. Aynı okuldan olmayan kız arkadaşlarımızla ise ya mahallede ya onların okul çıkışlarında ya da haftasonları çaylarda... Elmadağ Regine, Zincirlikuyu Airport, Esentepe Discorium, Levent Stüdyo 54 haftasonları gittiğimiz mekanlardı. Kızlar zar zor izin alırlardı ya da kaçak gelirlerdi ama yine de giderdik. Çıkma tekliflerinin en çok yapılabildiği yerler ve zamanlardı.
Bir diğer iletişim modelimiz ise telefondu.Şimdi  hepimizin evinde bir kenarda durup belki haftada 3-5 kere çalan sabit ev telefonlarımız o dönemlerde bizim tek cankurtaranımızdı. Anne-babadan kaçak, fısır fısır saatlerce konuşur ve iletişim sağlardık. Telefonda pek çıkma teklif edilmezdi ama edildikten sonra da konuşmadan duramazdık. Üstelik evde paralel telefon varsa bu çok büyük bir tehlike olabilirdi. Ben saatler süren telefonların paralel hatlardan müdahale aldığını çok net hatırlıyorum.

Yani konumuzun ana temasına dönecek olursak bizim ortaokul-lise dönemlerinin çıkma teklifleri daha direkt daha yüz yüze yapılırdı. Açık ,samimi ve şeffaftı.
Şimdi ile kıyaslama yapmaya kalkmak da aslında elma ve armutu kıyaslamak olur ama iletişim adına yapmakta fayda var.
Bir kere günümüzde çok net olarak kızlar da bu teklifi yapıyor ve erkeklerden cevap bekliyorlar. Ayrıca cep telefonları, SMS, MSN, Facebook birbirlerine çıkma teklif ettikleri  ve hatta ayrılmaların bile yaşandığı mecralar haline dönmüş durumda. Hergün birbirlerini yüzyüze gördükleri halde , robotik, sunni ve bir nevi FMCG mantığı ile ilişkiler kurulup bozuluyor. Bunun tercih edilir olması bana göre anlaşılır gibi değil ama bugünün jenerasyonunun önemli gerçeği!!!Hani neredeyse birbirlerinin yüzünü bile görmeden sanal ortamda ilişki sürdürür hale gelen bir nesil olacak yakında. Bence bu ilişkide ne heyecan ne merak bırakır ve bu tip ilişkiler kolaycı, sanal ve az samimi olur.

İletişim araçları çoğaldı ve birbirimizle çok daha çabuk ve hızlı iletişebiliyoruz ama ruhumuzda galiba bu hızla kayboluyor...

24 Şubat 2011 Perşembe

Kasap yazmayı bilmeyen kasap : Günaydın....

Yaşanan dönüşüm doğrultusunda mekanlarda elbette farklı kimliklere bürünüyor ve yeni kimlikleri ile hayat buluyor.Bunun en yoğun yaşandığı yerlerden biri Etiler.

Batı ülkelerindeki statik hayatı ve 20-30 yıl önce gittiğiniz mekanı neredeyse sahibi ile birlikte aynı bulmak bizim gibi değişimlere açık dinamik toplumlar için bir nimet oluyor..Herneyse Etilerde bu değişimi bugünlerde yaşayan adres Nispetiye Caddesi üzerinde Çamlık girişinden hemen sonra sağda bulunan Tatlıcı Tombak olan dükkan..Şimdilerde Günaydın Kasap oluyor...Dış tarafı hem tadilatı kapatmak hemde iletişimi yapabilmek için 10-15 metrekarelik bir branda ile çevrilmiş. Dükkanın gerekli bilgileri ve mesajı branda üzerinde verilmiş. Buraya kadar hiç bir anormallik yok..Ancak garip, komik ve aynı zamanda acı olan hikaye burada: Bu küçücük sayılabilecek olan alanda biraz dikkat ettiğiniz takdirde 3 farklı şekilde kasap yazdığını görüyorsunuz:
Kassab- Kassap ve Kasap....

Etlerin Günaydın'da masaya gelene kadar geçirdiği transformasyon gibi  "kasap " sözcüğüde bu çalışmada bir transformasyona uğramış. Bir İletişimci olarak bu kadar küçük bir alanda aynı kelimeyi 3 farklı şekilde nasıl yazmayı başarmışlar anlayamadım. Bu yazım farklılıklarının  bilerek yapıldığını hiç zannetmiyorum. Hadi birileri bunu tasarımını yapmış ve yanlış kullanmış ama hiç bir onay mekanizması bunu görmemiş mi ? Hiç kimse sonradan fark etmemiş mi ? Günaydın kalitesine dikkat eden ve benim damak zevkime çok uyan bir mekan ancak bu küçük çalışmada işin iletişim bölümü  biraz aksamış.İletişimin en önemli ve olmazsa olmazlarından bir tanesi "tutarlılık" olduğu için bunu uzun vadede daha geniş yanlışlara götürmeyeceklerini zannederim.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Biraz daha Etiler..

Bugün "Etiler"  semt olarak bir çok insan için farklı bir hayat tarzı, farklı bir sosyal sınıf ifade ediyor.Neden olduğunu hiç bir zaman anlamadığımı söyleyebilirim. Bir önceki yazıda Etilerin karışık bir profil çizdiğini ve bir duruşu dolayısı ile bir iletişimi olmadığını yazdım.. Etiler konusuna biraz daha devam etmek isterim...İnternette veya basılmış yazılı dokümanlarda incelediğiniz zaman geçmişe dönük detay hiç bir belge bulamıyorsunuz..Bunu en azından gelecekte bulmak ve okumak isteyecekler için yapmak istiyorum.

"Etiler " sınırları olarak nereyi alırsınız bilmiyorum ama benim ve bir çok insan için Etiler Akmerkezden hemen sonra başlar ve Profesörler sitesi girişinde biterdi.Semtin tek ve en önemli caddesi Nispetiye Caddesi bugün ile aynı darlıkta ama yarı asfalt bir haldeydi uzun yıllar. Akmerkezin olduğu koca arsa toprak bir futbol sahasıydı ve Ulus'a gitmek için yürüyüş yoluydu... Şimdi Alkente doğru dönen Tepecik yolunun yalnızca sağ tarafında villalar vardı ve sol bölümde bulunan Alkent ve Sarı Konaklar arazileri yemyeşil alanlardı. Çok sonraları araba kullanmaya başladığımızda oradan engebeli bir kısa yol ile Akatlar'a Levent'e giderdik.  Nispetiye Caddesinden devam edecek olursak Venüs Pastanesi şimdi olduğu binada 1975 yılı gibiydi zannediyorum  açıldı...Komik gelecek ama kırmızı pleksi bir dış cephesi  ve sol tarafında küçük ve masalı bir oturmalı bölümü vardı. Yine kırmızı beyaz pleksi avizeli aydınlatmaları  vardı. Kışın boza satarlardı ve almayıda içmeyide çok severdim.Tam karşısında şimdi Finansbank Şubesinin olduğu yerde Dünya Pastanesi vardı..Muhafazakar bir aile işletmesiydi ama poğaçaları falan Venüstekilerden daha güzeldi.Yanında tüp satan Özensoy tüpçü dükkanı bulunurdu.

Şimdinin Etilerindeki kalabalıklığın büyük bölümünü çeken bu köşede toplasınız  3-5 dükkan vardı..
İlerlediğimiz zaman evlerin içerisinde uzun seneler sonra ilk açılan işyeri Erdal Mobilya oldu.Şimdi D&R olan bina Erdal Mobilyaydı. 4.Leventten Etiler'e taşınmışlardı.

Etilerde ilk açılan eğlence mekanı Şamdan oldu...Şamdan cocukluk dönemlerimizde dışarıya çok sıkı bir şekilde korunaklı ve kapalıydı. Çocuk halimle gündüzleri önünden geçerken akşamları önü araba dolu olan bu evin içerisini görmek için zıpladığımı hatırlıyorum.Yıllar sonra Şamdan müdavimi olunca bu çocuk halimi hatırlayıp fazlasıyla gülerdim...Daha sonra yanına Sardunya açıldı.Şamdanın kapalı korunaklı haline göre Sardunya çok daha dışarıya açık bir mekandı...Karşı kaldırımın sonunda bina numarası 29 olduğu için Klüp 29 açıldı yıllar sonra. Etilerdeki sosyal hayat bu klüplerden ibaretti ve yalnızca gece hayatına hitap ederdi.

Karakol binası şimdiki ile aynı yerdeydi.Değişmeyen yerlerden biri de o.
Semtin tek ve o dönemde İstanbulun en iyi ilkokullarından biri olan Hasan Ali Yücel İlkokulu'da aynı hali ile duruyor.Her seçimde sandığımız okul binasında olduğu için sınıfları, bahçeyi arada görme imkanım oluyor.Yalnızca eskiden kömürlük olan arkadaki müştemilat binası bugün spor salonu ve tüm sınıflarda eksiksiz olarak klima var.Bir devlet okulu olanaklarına göre süper şanslılar şimdiki  Hasan Ali Yücel' de okuyanlar...

Bebek Yokuşunu geçince şimdi Altuğ Eczane-Optik ve Parfümeri olan sırada  Keçeli Fırın (daha sonra Keçeli Market), Abant Çiftliği şarküteri , Altuğ Eczanesi  ve Bizim Taksi vardı. Keçeli Fırın tam bir köy fırını havasındaydı ama süper ekmek yaparlardı. Abant Çitfliğini kasasında duran aksi suratlı gözlüklü sahibinden hatırlıyorum.Tüm Abant Çitfliği uzun yıllar sonra Şütte ile birleşti ve eğer çok benzetmiyorsam hala bir çalışanı Etiler Şüttede çalışıyor. İsmi Etiler Apartmanı olan yan binasında altta Didem Tuhafiye, şimdi İstanbuldaki en pahalı sayılabilecek döneri satan büfenin yerinde manav-bakkal ve son dönemde Günaydın olan köşede kasap dükkanları bulunurdu.Tuhafiyeci amca ile kasap amca Çamlıkta otururlardı.

Bebek Yokuşunun tam karşısında Etiler otobüs durağı vardı. O'da değişmeyen bir durumda hala aynı yerde duruyor. Şimdi Garanti Bankası olan binanın altında Etiler Muhtarlığı, yanında Songül Kırtasiye ve sonrasında ise bir nalbur dükkanını  hatırlıyorum.Songül Kırtasiye okul gidişi ve dönüşünde en çok uğradığımız yerlerdendi. Ayrıca okul ihtiyaçları ve kitaplarımızı aldığımız en yakın kırtasiyeydi.Birde Dünya Pastanesinin arkasında Çiğdem Kırtasiye vardı ama eve en azından benim dönüş yolumda olmadığı için gitmeyi pek  tercih etmezdik.

Bebek Yokuşunu geçip ilk sağa döndüğünüzde evimizin olduğu, çocukluğumun en güzel dönemlerinin geçtiği bizim mevkiimiz başlardı: Çamlık Mevkii...Benim için İstanbul'da o dönemler-hatta bugünkü hali ile bile- en güzel yerlerden biriydi. 4.Leventteki az arkadaş durumundan sonra Çamlık'taki arkadaşlarım hazine gibi gelmişti o çocuk halimle.Çamlık ayrı bir yazı konusu olacak o yüzden kısaca bitirmekte fayda var...

Bugün Mercedes bayii olan Çamlığın girişinin tam karşısındaki villanın alt katı 1980'lerin başında Kiraz Şarküteriydi. Harika mezeleri olan ve süper sandwich yapan bir yerdi. Kiraz'ın ekmeği kadar güzel sandwich ekmeğini bugün bile yemediğimi söyleyebilirim.Villanın tam ön duvarında bir çingene aile çiçek satardı.Yıllar boyu orası yaz-kış harika renklerde bir görüntü sergiledi.Daha sonra aynı aile Çamlığın tam girişine geçti ve çiçeklerini orada sattılar ama artık yoklar.

Etiler, Profesörler Sitesi girişine kadar solda villalar sağda ise 3-5 küçük apartman ile devam ederdi. Profesörler Sitesi girişinde ise yine kocaman bir toprak saha bulunurdu.Burada yıllarca futbol oynadık.Enteresandır son dönemlerde etrafı telle çevrili bir halde korunuyor ve içerisinde köpekler oynuyor. Etiler Maya Sitesi ise 1976 yada 1977 yılında yapıldı.O döneme kadar bu araziye bizi ilkokuldan piknik için getirirlerdi, uçurtma falan uçururduk.

Elbette bu anlattıklarım benim  hafızamın yakaladığı ve aklımda kalan yıllar ile ilgili. Atlamış olduklarım kesinlikle vardır ama fazladan bir şey yazmadığımı düşünüyorum.Kısaca şimdinin profili ile o dönemlerin profili arasında tartışılmayacak kadar fark var. Değişim şehirleri, semtleri, mekanları elbette başka çehrelere büründürecek ve bundan kaçabilme imkanınız olmayacak. Ancak Etiler'i örnek alırsak önemli olan bu değişimlerin ortak ruhi şekillenmeler ile ilerleyebilmesi yada bir noktada buluşabilmesi.Böyle olduğu takdirde semt sağlam bir karaktere sahip olabiliyor ve bir iletişim sağlayabiliyor.

20 Şubat 2011 Pazar

İletişim ve bir semt...

Ben 4.Levent'te doğdum ve Etiler de büyüdüm...Hala Etiler'de oturuyorum.Dolayısı ile 70 lerin ortalarından bu yana semtin ve bölgenin  geçirdiği evrime çok net şahit oldum. Değişim hayatın her döneminde ve her yerde kaçınılmaz bir gerçek.Buna karşı koymak yada direnmek bana göre akıntıya kürek sallamak gibi bir olgu.Hele iletişimin bugünün dünyasında aldığı hızı görünce...Bu değişim yaşadığımız yerlerin ifadelerini ve iletişimlerini de elbette değiştiriyor. Marka olan yada marka olmaya aday her adresin bir iletişimi olması gerektiğini düşünürüm.

Herneyse Etiler'e dönecek olursak,70 lerin ortasında İstanbul içerisinde bile uzak algılanan bir semtti.Kışın kar yağdığı zaman en son eriyen yazın püfür püfür esen güzel bir sıcağın olduğu meskun bir bölgeydi. Akmerkez,plazalar,ofisler/iş yerleri yoktu.Yoktu derken Çamlık'tan çıkıp Nispetiye Caddesini geçip yürüyerek gittiğim ilkokulum, bakkal, fırın, kasap,eczane gibi gündelik hayatımızın gerekli adresleri elbette vardı ve onlarında sahiplerinin neredeyse hepsi Etiler'de otururlardı.Akmerkezin alanında koskoca toprak bir futbol sahası ve bir ucunda bisikletçi Remzi vardı. Piknik yaptığımız ormanlık alanlarımız vardı. Şimdi devasa Aksoy apartmanlarının bulunduğu ve dizi çekimlerinin yapıldığı Çamlık'tan bakınca Anadolu kıyısındaki evleri görürdük.Şimdi Etiler olarak bilinen adreslerin yerinde bomboş yeşil alanlar vardı ve Etiler Profesörler Sitesinin girişinde biterdi.Şamdan gece klübüydü.Daha sonra yanına açılan Sardunya ve ileride karşı köşede olan Klüp 29 Etiler'deki farklı mekanlardı...Etiler küçük küçük değişmeye böyle başladı...
Bir semt ile iletişimi nasıl bağdaştırıyorsun derseniz Etiler 1970 lerin ortalarında iki farklı oturan profili barındırırdı: Semt şehirden uzak ancak kısmen ucuz olduğu için oturmaya karar veren orta sınıf bir tabaka ve hem kültürel hemde finansal olarak zengin yada zenginleşen diğer bir tabaka.Dolayısı ile her 2 grupta Etiler'de oturarak farklı mesajlar veriyorlardı. Elbette bilerek yapılan bir iletişim değildi bu ama her 2 grupta çok rahat ve ortak bir mahalle ruhunda yaşayabiliyordu.Ben Hasan Ali Yücel İlkokulunda okudum.Bizim sınıf gerçekten çok kozmopolit bir sınıftı.Benim sınıf arkadaşlarım arasında babası sonradan İstanbul Üniversitesi Rektörü olanda vardı, Dışişleri Bakanı olanda ...ama aynı zamanda Etiler'de el arabası ile süt satan bir sütçünün oğlu Yakup ve babası Çamlıkta bir binada görevli olan Haşim'de sınıf arkadaşlarımdı..Yani sosyal sınıflar arasında farklar olsa dahi ortak paydalarda buluşuluyordu.Ve semt bu tip bir iletişimi çok net ve açık bir biçimde verebiliyordu.

Etiler özellikle 1990-2000 arası inanılmaz bir değişim geçirdi ve çok farklı bir kimliğe ve bu kimliğin sahibi olduğu bir iletişime geçti.
İlk olarak yeşil alanlar gri-beyaz binalar ile dolmaya başladı.Daha sonra yıllar önce buraya gelen orta sınıf mekanları bir rant olarak kullanarak kiralamaya / satmaya ve dolayısı ile işyerleri açılmaya başladı.Etiler ilk önce kalabalıklaştı daha sonra keyfini yitirdi.Bugüne bakacak olursak Etiler özellikle Etiler'de oturmayanlar tarafından bir sembol bir tarz olarak algılanıyor.Nedenini bilmediğim ve anlamadığım bir şekle büründü.Yazları Bebek ve Boğaz'a iniş yolu, kışları özellikle haftasonları ve akşamları bir restaurant-bar bölgesi.Ancak burada önemli bir konu var: Etiler hiçbir zaman bir yürüme-dolaşma -gezinme bölgesi olarak algılanmıyor.Buradaki iletişimin ana hedefi kullandığımız arabayı yada gittiğimiz restaurant yada kafe yada barı gösterme adresi olarak gelişti.Yani şimdiki iletişimi eski dönemlere göre çok farklı...

Semtin uğradığı dönüşüm semtte yaşayanların ve semtin verdiği iletişimi de direkt olarak etkiliyor.Marka olan şehirleri düşündüğümüz zaman İstanbul'un nasıl doğru düzgün bir iletişim planı yoksa bunun alt kırılımı olarak alabileceğimiz Etiler'inde böyle bir iletişimi yok.Garip, karışık, eksik kimliği olan  bir semt haline döndü.

17 Şubat 2011 Perşembe

İletişim ve Algıda Makyaj...

Çok fazla zaman olmadı.Zannediyorum geçen Aralık ayının son günlerine yakın bir zamanda Türkiyede özellikle danışmanlık alanında tanınan ve itibarı yüksek bir şirketin yönetici ortağından bir e-posta aldım..Yapmış olduğum başvuru sonucunda benimle görüşmek istediğini belirtiyor ve bunun mümkün olup olmadığını soruyordu..Elbette sevindim ve tabii ki dedim. İlk şoku görüşme yeri için gelen maili görünce yaşadığımı söyleyebilirim: Hepimizin bildiği son dönümlerin popüler " kahve " mekanlarından birinin Bebek şubesi..Sabah 08.30. İşin doğrusu 17-18 senedir profesyonel hayattayım ve defalarca iş görüşmesine gittim ve iş görüşmesine çağırdım..İlk defa kurumsal bir mekan harici iş görüşmesi yapacaktım.. Eşim benden çok şaşırdı bu işe..Ancak elbette benim doğrum mutlak doğru olmadığı için başka doğruları da rasyonel olarak kabul ediyorsunuz hayatta, özellikle iş hayatında............"Algı gerçektir" der Ali Saydam ve çok doğrudur..Neyse işin daha komik yanı ne ben karşı tarafı tanıyorum nede karşı taraf beni tanıyor...Biraz zorlandıktan sonra birbirimizi bulduk ve tanıştık..Ve görüşmemiz başladı..

İtiraf etmem gerekir ki beklediğimden daha profesyonel ve samimi bir görüşme oldu.1,5 saatlik bir görüşme sonucunda bu iş için kısa listede olduğumu öğrendim.. Şoklar devam ediyordu..Bir görüşme ile kısa listeye kaldığım ilk iş buydu herhalde.Görüştüğüm yönetici ortak benim on-line bir kişilik testi doldurmam gereğini ve en kısa zamanda Genel Müdür olan diğer yönetici ortak ile buluşturacağını söyledi.Test hemen geldi ve bende hemen doldurdum.Gerçekten 2-3 gün içerisinde arayarak bana uygun olan zamanı söylediler ve bu sefer ofislerinde bir görüşme yaptık..Kurumsal bir ortamda ancak çok zorlama sorularla dolu egosu çok yüksek bir 1 saat geçirdim.Profesyonel hayatın gerçekleri olduğu için bunlara şaşırmamayı öğreneli çok oldu.Bundan sonraki süreçler dahada enteresan geçti.

3 hafta sonra bir Cuma günü saat 12.00 de bir e-posta geldi..Benden Pazartesi günü sabah saat 09.30'da hazır olmak üzere bir sunum rica ettiklerini ve saat 12.30'a kadar da günümü ayrımamı istiyıorlardı. Yazı dili İngilizce anlatım dili Türkçe ve yönetim takımına yapılacaktı.Artık şoklara alışmıştım ancak ne kadar profesyonel olursanız olun hiç tanımadığınız bir ekibe hiç bilmediğiniz bir konuda ve en önemlisi onların sizden çok daha iyi olduklarını düşündüğünüz bir konuda ahkam kesecektiniz.Ve bu işe alım süreci için kesilecek bir ahkamdı...Stress ve sıkıntı elbette Cumadan başladı...46 saatte değil sunum kampanya yaratıp bitirdiğimiz günleri hatırlayarak en net bir dil ile sunumu hazırladım.Pazartesi sabahı saat 09.30 da ofislerinde oldum.İlk görüşmeyi yaptığım IK dan sorumlu yönetici ortak beni karşıladı ve bir odaya aldı."Aydın Bey sizden 2. bir sunum rica ediyoruz.Konunuz şu, süreniz 2 saat, internet ve kahve burada..Flip Chart şurada, buyurun " dedi...Şok üstüne şok böyle olurdu herhalde...Bilmediğim bir konuda yine ahkam kesecektim..3 saatte 2 kere...Kafamı ve moralimi toparlamak allahtan çok çabuk halloldu ve işe koyuldum. 2 saatte Flip Chart için düzgün bir sunum yaptım ve sunumları sunum saati 11.30 geldi çattı... 5 kişilik Yönetim Ekibi ile tanıştık.Sunum benimde tercih ettiğim gibi soru cevap olarak devam etti ve daha interaktif bir hale geldi.50 dakikalık sunum için 15 dakikalık bir değerlendirme süresi oldu..5 kişi tek tek değerlendirme yaptı..Ne var bunda diyecek olabilirsiniz  ancak kazın ayağı pek öyle olmuyor...Daha doğrusu işi bilen olduğunu zannettiğiniz ve algısı çok başka nokatalarda olan bir şirketin bu şekilde bir süreç yaşaması / yaşatması pek anlamlı gelmiyor...Netice itibarı ile yönetim kademesi için olsa bile bu değerlendirmelerin kişilerin yanında yapılması bana göre bir tatminden öteye gitmiyor.

Ben yönetici olduğum hiç bir kurumda bu tip bir süreç yaşanmasını tavsiye etmedim ve bundan sonraki dönemlerde de edeceğimi zannetmiyorum.Bu değerlendirmeler kişilerin öğretici egolarını öne çıkardığı / çıkarmayı çalıştığı bir süreç oluyor.Hele birde çoklu bir juri durumu var ise..Objektif olmaya çalışan ancak sübjektiflikte yanına yaklaşılmayan insanlar haline dönüyorlar.Gözünün üstündeki kaş adedi niye 42 değilde 43 şeklinde yorumlar bile yapılabildiği için iletişim anlamında bit tutarlılık yada güven ortamı sağlanamıyor.Elbette hak yememek lazım benim tecrübemde tabii ki doğru tespitler ve yorumlarda vardı..Sonunda 2. sunumuda 25 dakika içerisinde sundum ve görüşme çok medeni bir ortamda sonlandı.

Sonuçta özellikle Türkiyede algılanan ile gerçek resim arasında o kadar derin uçurumlar var ki bunu her geçen gün dahada net görebiliyorsunuz..Bu yalnızca kurumlar için değil aynı zamanda kişiler içinde geçerli.Dışarıdan güven veren güçlü bir kurumun iş süreçlerinde yaşadığı yada yaşattığı işbilmezlikleri kabul etmek pek kolay olmuyor.Özellikle kurumlar için bunu söylemek mümkün.

Dolayısı ile makyaj yalnızca kırışıklıkları kapatmıyor..


16 Şubat 2011 Çarşamba

İletişimde Güven

Benim bir kızım  var.4,5 yaşında yani iletişimin en sade olduğu ne naif olduğu bir çağda.Daha öğreniyor.İnsanlarla iletişimi aldığı enerji doğrultusunda inanılmaz becerikli olarak kurabiliyor.Daha dün gibi hatırlıyorum sözü çok klasik kaçabilir ama 4,5 yıl önce onunla ilk iletişimi kurduğumuz günü gerçekten çok net hatırlıyorum... 7 aylık doğduğu için kuvözde yaşama başladığı o ilk gün mini minnacık eli ile benim koca parmağımı yakaladığında hissettiklerimi bir daha hissetmedim.İletişim işte böyle kuruluyor.Kuvözde kaldığı 52 gün boyunca her gün onunla konuştuk, konuşmadığımız zaman müzik dinlettik, müzik ol(a)madığı zaman saçını elini okşadık yada hiç bir şey yapamasak dahi odasına girip ona o pozitif enerjiyi geçirmeye çalıştık..Hissetmesini sağladık, güven verdik...Ve bu iletişim tarzını hep benimseyerek bugüne kadar yürüttük.

Çok net söylemem gerekirse ister kişi ister kurumlar arası olsun iletişim en temel ve olmazsa olmaz ögesi güvendir.Eğer bu kurulmamışsa iletişim var denemez.Güven duygusu iletişimin yönünü belirler.Ne zaman ki yüksek güven duygusunu sağlarsınız o zaman hızlı, çabuk ve etkili bir iletişim ortamı yaratmış olursunuz.

Aslında ilk başta söz ettiğim kızım ile olan ilk iletişim günlerini örnek alırsak bir bebek dünyaya geldiği anda nasıl yeni yeni herşeyi tanıyıp büyüyorsa kişiler yada kurumlar arası iletişimde bu tarz bir yol haritası izler. İkili iletişimde kendini güvende hisseden taraflar tutarlı ve sağlıklı bir ilişki içerisinde olur ve bu iletişim yolu ile kendini iyi hisseder. Amerikalıların kullandığı bir ifadeyi inanılmaz severim" Hidden Agenda / Gizli Gündem " derler..Ne zaman ki gerek kişiler gerekse kurumlar arası bu tip ilişkiler oluşur, güven kendini yavaş yavaş yer o zaman ikili değil monolog tabir ettiğimiz tekil iletişim ortamına doğru gidiş başlar ki sonu pek mutlu bitmez.

Birde gündelik hayatımızdaki vazgeçilmezimiz var :Teknoloji...İletişimin gerek boyutu gerçekten son dönemlerde çok farklı bir düzeye çıktı.Günümüzde artık cep telefonuyla başlayan, internette süren her türlü enformasyon ve dezenformasyonun kolayca yaşanabildiği bir zaman geçirmekteyiz. Birebir iletişimde olmazsa olmaz olan güven elbette burada da önemini devam ettiriyor ancak insanoğlu teknolojinin nimetlerinden(!!!) bu alanda faydalanmasını biliyor ve güven etrafında zikzaklar çizebiliyor ve teknolojinin bır de karanlık yüzü olan iletişimsizlikle karşılaşıyoruz.  Güvenin kendimize samimiyetle başladığı, karşımızdaki bireyin de bıraktığımız ve karşımızdaki bireyin de bizde bıraktığı imajla, iletişime geçerek biraraya getiriyoruz. Ancak günüzde teknolojinin iletişimde sağladığı faydaların yanında güvensizliğide yaşadığımız bir dönemdeyiz.

Kişiler yada kurumlar bir maske arkasına saklanmadan ve samimiyetle, tutarlılıkla iletişimlerini sürüdürebildikleri zaman bir kazan-kazan durumu oluşur ve herkes hayatına mutlu devam eder.Gerisi boştur.